Mevlâna’yı ANLAMAK

mevlana

Bazı mümtaz şahsiyetler ilimleriyle, İranlarıyla, ahlâkıyla, kahramanlığıyla, cömertliğiyle yaşadıkları asra damgasını vurma şerefine eren bahtiyarlardan olur. Hz. Mevlâna, sadece yaşadığı asra değil, kıyamete kadar gelecek asırlara aşkını ve muhabbetini serpiştirmiş bir büyük Allah dostudur.

Onun hakkında o kadar güzel sözler söylenmiş ki, bizim âcizane yakıştırmalarımız; gülü dikeninden ayırıp tasvir etmeye yetecek mi, bilmem?

Göklerin ve yerin esrârını gören göz; Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’nın  nûrunu seçebilen gönül; yetmişiki milletin dilini konuşan lisan; bülbüllerin aşkını terenüm eden nağme; nefs-i emmâreyi alabildiğine yeren, nefs-i mutmainne’ye ulaşan ve Mevlâ’ya kavuşma zamanına ŞEB-İ ARUS (sevgiliye kavuşma gecesi) diyecek kadar menzile yaklaşan kulluk rütbesi ondadır.

Onun, Molla Cami, gibi bir allâme: “Ben onu size nasıl anlatayım; peygamber değildir ama kitabı vardır.” diye överken; şair Yahya Kemal Beyatlı :

“Mesnevi şevkini eflâke çıkarmış nâyız,

Haşredek hem-nefes-i Hazret-i Mevlânâyız.”

diyerek ona bağlılığını ve sadakatini dile getiriyor.

Mevlâna’yı anlatanlardan Nurettin Topçu: “Mevlâna Celaleddin’in, birçoklarının meftûn olduğu sanatkâr tarafı, onun zahiridir.Âhenk ile kafiyenin, güzel söz ile gözyaşının muhteşem terkibi olan san’at, kabuktaki pırıltıdan ibarettir. Ancak, halk kitlesi şekle düşkün olduğundan,şiirde de san’at taassubu hakim olarak, vahdet deryasının bütününden ayrılmaz damlası olan Hz. Mevlâna’yı “Büyük Şair” diye övmek adet olmuştur.  Güneşi güzel bir şamdan gibi, yıldızları birer inci tanesi halinde tasavvur etmekten hoşlanan gözlerimiz, her büyüklükte bir san’at arıyor. Sonsuzluğu bile san’at ölçüleriyle düşünebiliyoruz. Tasavvufta san’at, olsa olsa dervişin deyneğidir. Biz, onun dervişliğini bu deynekle anlıyoruz.” (Şerh-i Mesnevi, Tahir-ul Mevlevî, C.1-2, Sh. 5) diyerek, onu takdim etmeye çalışıyor.

Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan : “ Kanaatimce, Şark, Mevlânâ’ya kâfi derecete tanınmamıştır.Ve bunda mazurdur. Çünkü Mevlâna, beşerin görüş hudutlarını aşan bir irtifadır(zirvedir). Yalnız, itiraf etmeli ki Garp, Mevlâna’yı hakikaten anlamaya çalışıyor ve buna ihtiyaç hissediyor. Ve ona yaklaşanlar hidayete eriyor.” (Şerh-i Mesnevî, C.1 -2, Sh. 3) diyerek duygularını dile getiriyor.

Hz. Mevlâna’nın Mesnevi isimli eserini şerh eden Tâhir’ul Mevlevî (Olgun) ise, Mevlâna’nın yanlış anlaşıldığını, yanlış anlatıldığı noktasına açıklık getirmek üzere 17309 beyitlik Mesnevî’nin şerhine başlarken der ki : “ . . . Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim ki, bazı cahiller ve yarı aydınlar “Mevlâna’nın Felsefesi” deyip duruyorlar. Bilmiyorlar ki  Mevlâna, filozof değil; sofi’dir. Mesnevi’de, felsefeden değil, tasavvufun menbaı (kaynağı) nakil (ayet-hadis)lerdir. Akıllar farklı olduğu için, felsefede “İkanî” likten “Reybi” liğe kadar tam bir muhalefet vardır. Tasavvufta ise istidat (kabiliyet) farkı dolayısıyla teferruatta basit farklar görülse bile, esas meselelerde bütün tasavvuf ehli birleşmiştir.” (Şerh-i Mesnevî, Tâhir-ul Mevlevî, C. 1-2, Sh. 22) demektedir.

Ahmet Kabaklı ise : “ … Yaşayışı ile ahlâkı, sevinci, muhabbetleri, semaı, dindarlığı, evliyalığı ile çağını ve sonraki zamanları peşine takmış bir  İNSAN Mevlâna var … İnsanların görmüşten daha fazla inanarak anlattıkları, insanüstülük makamında görülen bir MENKİBELER Mevlâna’sı var… Şule-i Şemsleri gibi göz kırpan, sonra gelip vakar postuna oturan bir AŞK Mevlâna’sı var. Avrupa’nın belki en aydınlık şairi Goethe’yi, tercümesinden okuduğu birkaç mısrası ile hayrete, hayranlığa, komplekse sürüklemiş, onu Farsça öğrenmeye ve kendisini taklit etme arzusuna sürüklemiş bir ŞAİR Mevlâna var…” diyerek onun değişik yönlerine işaret etmeye çalışmıştır.

Peki 17 Aralık 1273 tarihinde, 68 yaşında iken bu fani hayata gözlerini yuman Mevlâna Celaleddin-i Rûmî, kendini hangi vasıflarla tanıtıyor acaba? Cevabını şu rubaisinde buluyoruz:

“Men bende-i Kur’ânem, eğer can dârem,

Men  hâk-i reh-i Muhammet Muhtârem,

Gel nakl küned cüz in kes ez güftarem,

Bizârem ezo vü zin sühan bizarem.”

(Ben; kul, köle isem; Kur’anın bendesi ve Muhammed-ul Muhtar’ın yolunun toprağı, yani ayağının tozuyum. Eğer biri, benim sözlerimden bundan başka birşey naklederse, odan da naklettiği sözden  de rahatsız olurum.) (Mesnevî Şerhî, Tâhir-ul Mevlevi, C.1-2, Sh. 143) der.

 

Miktat EYÜPOĞLU – GÖNÜL PENCERESİ MAKALELER 3

Cevahir, çirkefe düşse yine değerlidir; toz, göğe çıksa yine değersizdir.” (Sâ’dî)

 

 



Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Ekle