HİKMET VE İNSAN

hikmetveinsan

Esen rüzgardan, yağan yağmura;katılaşmış taşlardan, yumuşak toprağa; suya üşüşen canlılardan, büyük balığın küçük balığı yutmasına; arının bal yapmasından, yılanın zehrine . . . kadar her şeyi akıl  ve irade sahibi olarak yaratılmış bulunan, mahlükâtın en şereflisi olmaya aday kılınan ve ilâhi imtihânına tabi tutulmak üzere hayat verilen biz insanların hayat vesîkaları . . .

Karşılamak üzere şehid askerini bekleyen aileler; hastasına kan arama telaşındaki refâkatçiler; çocuğu olduğu için müjde verenler; ölüsünü defnedecek parası olmadığı için dışından başka, içinden bir başka ağlayanlar; midesi doyursa da , rûhuyla çatıştığı için intihar etmeyi düşünenler; yaşamak için iş arayanlar . . . hepsi ilâhi hikmetin içinde…

Hal böyle iken, ilahi hikmeti kabul etmeyenler veya kabul eder gibi görünüp de, kabul etmeyenler gibi yaşayanlar; Kur’anın Yâsin Sûresinde ibret olarak anlatılan ve Antakya havalisindeki azgın insanları irşâd etmek üzere onlara gelip Allahın emirlerini hatırlatan elçilere verdikleri “(Bunun üzerine onlar:) Doğrusu siz bize uğursuz geldiniz. Eğer bu (hakikat dediğimiz) işten vazgeçmezseniz, andolsun sizi taşlarız ve bizden size mutlaka fena bir kötülük dokunur, dediler. Elçiler şöyle cevap verdi: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir…” (Yâsin Sûresi, Âyet: 18-19) cevabı hak etmiş görünüyorlar. Evet… Toplumun içinde bulunduğu fitne, fesat ortamının, bela ve musibetlerin, cinnet ve terörün müsebbibi, o toplumu meydana getiren kişilerin davranışlarında aramak gerekir.

Yaşadığımız hayatta inancımız ve yolumuz Kitaba-Sünnete uygun olduğu halde sıkıntılar içinde isek, sevinelim çünkü hayatımız Kur’ana uygun düşmektedir. Hz. Mevlâna için anlatılır : Bir gün kendisine gelen misafirlerini evine getirmiş. Çocuklarına  “Evde yiyeceğimiz bir şey var mı?” diye sorduğunda, çocukları “Babacığım her şeyimiz var.” Dediklerinde Mevlâna, ağlamaya başlamış ve “Evimizden Firavun kokuları gelmeye başladı” diye cevap vermiş.Bir başka seferde, aynı durumda çocukları: “Babacığım! Sana ve misafirlere ikram edebileceğimiz hiçbirşeyimiz yok” dediklerinde Mevlâna gülmüş ve “Evimiz, ancak Peygamberin evine benzedi.” demişlerdir ki, burada hiçbir şekilde varlıktan  rahatsızlık veya yokluğa kanaat etme anlayışını çıkarmayıp, her halü kârda şükretme anlayışına sahip olma espirisi aranmalıdır. Biz olsak yerin dibine geçeriz değil mi?! Nasreddin Hoca’nın Timur’a peştemalinin değeri kadar değer biçme fıkrası gibi, üstünlüğümüzü maddiyatla ortaya koymaya çalışırız.

İlimlerin, hikmetlerin anası olarak da nitelendirilen Kur’anı anlamadığımız, incelemediğimiz, irdelemediğimiz için, Müslüman olduğumuz ve ona inandığımız halde varlık içinde darlık çekiyoruz.

Düşünüyorum ki, sobalarımızın odunu- kömürü bitiyor da, Güneşin enerjisi, ayın nûru, yıldızların ışığı niçin bitmez? Nerden gelir bu ışık ve O’nun sahibi kim?!

Aynı yeden alınan toprak üç ayrı saksıya konur da, birinden kırmızı biber, birinden yeşil salatalık, birinden acı patlıcan çıkar, nasıl? Kim verdi tohumlara o özelliklerini? Toprak mı, su mu,bulut mu, rüzgar mı, ne ?!

Tabiata “tesadüf” diyen ve O’nu yaratana kulluk etmeyenler damarlarındaki kanın tesadüfen akmadığını bilir de, gerektiğinde “babalık testi” için kan grubunu ölçtürerek sonucuna inanır,  niçin?

Çocuğu, anne karnında göbek bağı ile besleyen; doğumundan sonra, annenin göğsünden iki kapı açan, sonra da vücut uzuvları kemâle erince yeryüzü sofrasından nimetlendiren kim? İnsana bu iltifatlar niçin yapılır ve insan nasıl karşılık verir?!

Hiç tanımadığınız kibirli birisi size “Beni tanıyor musun?” diye sorsa, hiç düşünmeden “Evvelin bir damla  âdi su; sonun, bir avuç toprak, üzerinde taşıdığın kürkü soruyorsan Ayı onu on yıl sırtında taşıdı da ona “adam demediler” diye cevap verebilirsiniz…

Allah aşkıyla, Peygamber sevgisiyle bu ümmet için topluma gönül veren, insanların kurtuluşunu  ve iki dünya saadetini isteyen değerli kelâm sahiplerinin tespitlerini kendi üslubumuzla vermeye çalıştık. Köre, renk tarifi  yapılamayacağı gibi, basireti körelmiş olanlara bir şey anlatamayız.

Ne mutlu hikmeti anlayanlara ve zamanında ahiret sermayesi hazırlayanlara… Unutmayalım ki, “ Bu dünyada gönül kuşumuz hep elde ettiğimiz şeylerin ötesinde uçmak ister.”

Miktat EYÜPOĞLU – GÖNÜL PENCERESİ MAKALELER 4

 

“Ey iyi adam! Kötüleri okşa. Çünkü köpek bile ekmeğini yediği için seni muhafaza eder.” (Sâ’dî)



Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Ekle